Başlarken...

Secret kitabını bir çoğunuz bilirsiniz sanırım, bilmeyenler için
herhalde kitabın özü (yada benim anladığım şekilde) her birimizin birer
radyo vericisi olduğu ve yaptığımız yayınlara göre hayatlar yaşayıp,
buna göre insanlar ile karşılaşıp ve buna göre ilişkiler yaşadığımız ile
ilgilidir. İnsan ilk blog yazısına neden bu şekilde başlar diye siz
sormadan ben söyleyeyim ; son zamanlarda bu kadar koşuyoruz, seyahat
ediyoruz, paylaşıyoruz bunları yazmalıyım diye düşünürken koşunun bana
kattıklarından Ozan Gür Yolcu’nun mesajı ile irkildim. İrkildim çünkü,
bir arkadaşının
goshots.net adında bir amatör spor fotoğrafçılığı
sitesinin olduğunu ve blog yazmak istememiz durumunda yazılarımız ile
ilgileneceğini söylediğinde evrene yaydığım mesajların doğru adrese
gittiğini düşündüm….
Mümkün mü? Mümkün tabii
ki sadece istemeniz lazım nasıl mı ? isteyen insanlar ile tanışarak!!!

Tahmin edeceğiniz üzere spor
hayatında hep olan bir insandım bunun ilgili ayrıntılara pek girmeden Türkün
koşu ile sınavını anlatmak için sizi hayal bulutları içerisinde
4 sene öncesine getirmek isterim. Herşey
sabahları sporda gördüğüm devamlı gülümseyen
Elia Peso ve devamlı koşu bandında
gördüğüm
Seda Lafcı ile tanışmam ile başladı. Tam da o zamanlar Tromso’de
koşacakları gece yarı maratonuna hazırlanıyorlardı. Kendimi kaş ile göz
arasında sabahları kendimizi Bebek, Hisar, Arnavutköy güzergahında bulmam pek
zaman almadı. Zamanla gün içinde mahşer kalabalığı içinde yol almanın zor
olduğu kaldırımları, herkesin uyuduğu, tek tek araba görülen bir saatte
köpekler ile yeryer balıkçılar ile paylaşmak gerçeği giderek daha da hoşuma
gitmeye başladı. Tek neden tabii ki, harika boğaz manzarası, zaman zaman size eşlik
eden yunus sürüleri değildi. Yanınızda size eşlik eden insanların uyumu, güzel
sohbetleri sabah koşularını daha da kıymetli, kılıyordu. Hatta birbirimize hep
söylediğimiz gibi biz bir süre sonra koşmayı değil koştuktan sonra beraber
kahve içmeyi sohbet etmeyi seviyorduk.

Başlangıçta 3 kişiydik, sonra 5
kişi olduk zaman zaman gelen gidenler oluyordu ama 3 kişi hafta içi 2 gün hafta
sonu 1 gün koşup sohbet ediyorduk. Önce namı değer Barış Hoca ve Emil eklendi
bize, zaman zaman Seçil ve Eda’da bizimle koşuyor yada koşu sonrası kahve
içiyorlardı. Koştukça rahatladığınızı fark ediyorsunuz sanırım bu koşmanın
arındırıcı etkisinden geliyor yada ben öyle hissediyorum. Sabah ne rütbeleriniz
var omuzunuzda ne de isimlerinizin başındaki unvanlarınız, en çıplak halinizle
geliyorsunuz koşmaya ve doğal olarak keyif alıyorsunuz. Bugün aradan geçen 4
sene sonunda 3 kişi başladığımız yolda tam 570 kişilik bir aile olduk,
TeamIstrunbul ailesi koyduk adını. Sabahları 3 kişi koştuğumuz yollarda 40 kişi
koştuğumuz oluyor bir birinden harika ve farklı hikayeleri olan insanlarla. Ön
şartımız belli herkes çıplak, dediğim gibi giysi çıplaklığı değil ruh çıplaklığı
sözünü ettiğim. Bazen hayatlara virgül, bazen soru işaretleri bazen ünlem
işaretleri koyuyoruz. Yaptığımız şeyler hep iyi olmayabiliyor bazen yeni
strestler ekliyoruz hayatlara maraton koşmak gibi ama sanırım iyi bir şey
yapıyoruz zira herkes mutlu ayrılıyor işine yada gideceği yere giderken.
Hala erken kalkıp sizi de koşmaya
ikna edemediysem bundan sonra edebileceğim şeyler olacak buna inanıyorum
unutmayın yürüyebiliyorsanız koşabilirsiniz.. Ama unutmayın koşmak için
ihtiyacınız olan sadece iki bacak değil, istemeniz lazım istemiyorsanız sakın
zorlamayın olmayacaktır .. Gelecek yazılarda sizlere Atma – Paylaş
kampanyamızdan, koşu parkurlarımızdan,
ve arkadaşlarımızdan bahsedeceğim.
İlk yazımı çok sevdiğim bir koşu sözü ile noktalamak istiyorum “Vaktin
varken koş”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder