27.10.13
Ruhlarımızın duyduğu melodiler....
Evrenin bizler için planı olduğuna ve eğer kendimizi akışa bırakırsak hayatta ait olduğumuz ortamları yarattığımıza, bulduğumuza inanıyorum. Sanırım her zaman böyle olmadı ama son zamanlarda hayata herşeyi ile teslim olmuş durumdayım ve bana sunulanları olduğu gibi kucaklıyorum.
Geçen gün Daft Punk dinlerken, bu kadar özgün bir müziği yapmak için Fransız müzisyenler Guy-Manuel de Homem-Christo ve Thomas Bangalter'in nasıl bir araya gelmiş oldukları düşüncesinde kaybolmuş buldum kendimi. Öyle herkesin duymaya alışkın olmadığı bir çizgiye sahip bu grup, müziğin değişik katmanlarını öylesine bir araya getirmişler ki, kendi içinde bir ahenk yaratmışlar. Ama benim herşeyden önce merak ettiğim, her ikisi de nasıl olup böylesi bir müziği aynı anda ruhlarından yükselirken hissetmişler, ve evren bir şekilde onları bir araya getirmiş. Kanaatimce hissettikleri şeyi öylesine gerçek ve yoğun hissetmişler ki, bu hayatta bir araya gelmeleri kaçınılmaz olmuş.
Kimine göre komik gelse de, ben evrene yollanan mesajlara inanıyorum ve istediklerimizi doğru şekilde tanımlayıp cağırdığımız noktada, doğru insanların ve olayların önümüze çıktığına da inanıyorum. Ruh eşi kavramı ile büyümüş bizler için, yaşadığım tecrübeler sonucunda ben daha geniş kapsamlı bir kavramın daha mantıklı olduğuna karar verdim. Ruh eşi kavramının yanı sıra, ve hatta daha ziyade ruh grupları var bence bu dünyada. Kendi ruh grubuma ait kişiler ile tanıştığımda hayatımın akışının değistiğini tecrübe de etmekteyim zaman zaman, hayat bir mücadeleden huzurlu bir akışa geçiyor adeta, karşı konulması zor bir his bu... Vücudunun her uzvu hissediyor ve uyanıyor, bir nevi evine geldiğini hissediyor ve huzur buluyor.
Hayatımıza giren herkesin öyle ya da böyle bir paylaşım için girdiğine inanıyorum. Kimi zaman anlık bir paylaşım için, kimi zaman farkındalığımızı bir olaya çekmek için, kimi zaman bizi başkaları ile irtibata sokmak için, kimi zaman yüzleşmek istemediğimiz ancak kişisel gelişimimiz için yüzleşmemiz gereken olayları yaşatmak için, ve kimi zaman ise bizlere hayatımız boyunca eşlik etmek için giriyorlar. Ve, bu insanlardan bazıları ile ruhumuzun ritmi aynı atıyor, yolculuk keyifli bir hal almaya başlıyor. Karşımıza böylesine kendimiz olabildiğimiz, yargısız sevildiğimizi bir şekilde hissettiğimiz, vakit geçirmekten daha çok beraber yol almaktan, yaşamaktan, dolu dolu paylaşmaktan zevk aldığımız ve ortak bir payda için bir araya geldiğimiz insanlar çıkabiliyor.
Yıllar itibari ile girdiğim değişik gruplardan kendi ruh grubuma ait olduğunu hissettiğim arkadaşlar edindim. Amerika’da bulunduğum dönemde bunu net olarak hissetmeye başlamıştım. Bilmediğim, tanınmadığım bir ortamda gerçek “ben” ile tanıştığım, kendimi özgürce tecrübe ettiğim o dönemde, değişik gruplara girmiş ve bunun akabinde her gruptan bugüne kadar taşıdığım arkadaşlıklar kurmuştum. Ben değer verdiğim insanlardan kopmayı pek sevmem. Biliyorum hayat oldukça hızlı akıyor ancak dünyanın dört bir yanında benim için vazgeçilmez olan bu insanları dilediğim sıklıkta göremesem de, sağlıklı, iyi ve mutlu olduklarını bilmek tek istediğim.
Son zamanlarda değişik bir dönemdeyim diyorum ya, aniden hiç beklenmedik şeyler olmaya başladı hayatımda, sanki evren tüm sorgulamalarımı, çağrılarımı duyarcasına her birine tek tek cevap vermeye başladı. Kendini akışa bıraktığın noktada olan sanırım bu, ya da benim tecrübe ettiğim şekli bu. Ruhunun istedikleri, çağırdıkları gerçekleşmeye başlıyor. Teslimiyet sonucunda önüne sadece istediğin gibi bir hayat kurabilmen için imkanlar, insanlar çıkmaya başlıyor.... Senin üstüne düşen ise gözlerini açıp sadece kalbinle bakabilmen ve önüne çıkanları değerlendirebilmen.
İşte, böylesine bir dönemde, Team Istrunbul girdi benim hayatıma, daha doğrusu girmekle kalmayıp, hayatımın büyük bir bölümü oldu. Orada kurduğumuz arkadaşlıklar dostluklara, paylaşımlar anılara döndü. Hayatta beraber yol almaktan keyif alan bir insan grubu haline geldik kanımca. Kendi içinde öylesine dinamikleri var ki, beni kendine bağlıyor adeta. Yargılama yok mesela, hep birbirine destek olarak ileri taşıma var, gelişim var kendi içinde. Alınma, bozulma yok bunca açıklığın ve dürüstlüğün yanı sıra, çünkü yapıcı olduğuna ve sevgiden çıktığına dair garip bir farkındalık var. Başlarda amaç olan koşu sporu hayatımızın odak noktası olarak kalmaya devam etse de ve onun hayatımızdaki vazgeçilmezliği gün be gün kendini teyit etse de, ait olduğunu hissettiğin bir ortamda kendini bulmuş olmanın dayanılmaz hafifliği bir şekilde bizleri hem birbirimize hem de yaptığımız spora böylesine bağlayan. Yürekten minnet doluyum yaşadığım dönem için, kendimi böylesine olduğum gibi tecrübe edebildiğim, sınırlarımı zorlamak için böylesine güç alabileceğim arkadaşlıklar önüme çıktığı için, ve her şeyden önce ruhumu dinleyebilecek imkanlara sahip olabildiğim için. Oscar Wild’ın bir sözü var bence tüm hissettiklerimi en güzel o dile getirebiliyor bu noktada. “You don’t love someone for their looks, or their clothes, or for their fancy car, but because they sing a song only you can hear.” (İnsanları görünüşleri, kıyafetleri, şık arabaları var diye değil, sadece sizin duyabildiğiniz bir şarkıyı söyledikleri için seversiniz.)
Eda Yolcu
21.10.13
ENDÜSTRİYEL FUTBOL
Bir zamanlar altyapisiyla unlenmis basarili takimlar
vardi. Ajax gibi Dinamo Kiev gibi.
Son 10-15 senedir adlarini hic duyuyormusunuz?
Duyamazsiniz. Cunku global dunyamizin ‘endustriyel futbol’ rezaleti sayesinde
bugun kulupleri, adlari ulkelerinde karanlık islerle anilan zengin isadamlari
ya da soyguncu firmalar yonetiyor. Tek derdi kasasini doldurmak olan bu zat i
muhteremlerin beklemeye de tahammulu yok. Basiyor parayi bir yildiz futbolcuya
takima dahil ediveriyor. Ve taraftar, maclara eskisi gibi kulubun armasi
icin degil, yuksek rakamlara satin alinmis yabanci futbolculari seyretmek icin
gidiyor.
Durum boyle olunca, yeni yeteneklerin onu acilmiyor, vasatin az uzerindeki
futbolcular ilah muamelesi goruyor. Genclerbirligi, Gaziantep gibi, turkiye
ligine alt yapisindan yetismis bircok yildiz kazandiran kulupler bile,
afrikanin fakir ulkelerinden ucuza kapattigi gariban futbolculari, astronomik fiyatlara
adi buyuk kendisi kucuk kuluplere pazarliyor. Futbolcuların aldigi astronomik
paralar beklentiyi arttirdigi icin de, çok basit bir paslasma, spikerlerin
insani enayi yerine koyan, ‘inanilmaz hareketler’, ‘mukemmel bir sut’,
‘muhtesem bir gol’ tarzi abartili tepkilerine neden oluyor. Sektorden buyuk
servetler yapan fifa, isadami, sponsor ve yayin kurulusu dortlusu, bu tarz
sisirme lugati guclu spikerler tercih ediyorlar dogal olarak.
Dikkat edin, boyali
basin her sene daha lig bitmeden kimleri kimleri transfer ettirir. Amac
taraftarin beklentisini pompalamaktir. ‘Cilek’ler, ‘portakal’lar ucusur
ortalikta. Hatta son yillarda dunyaca unlu bir futbolcu transfer edilmemisse
taraftar tatmin olmuyor. Ki gelen ya soz konusu unlu yildizin (o da eger tercih
ediyorsa turkiye ‘vergi cenneti’ oldugu icin tercih ediyor, 1-2 sene cebini
doldurup emekli oluyor) posasidir, veya basinin sisirdigi (‘Barcelona da istedi
ama o bizi tercih etti’ seklinde servis edilen) vasat bir topcudur. Hele
transfer edilmeye gorsun. Kulubun gudumlu fanatikleri havaalaninda saasali
karsilama torenleri duzenler. Adamin tv ekranindaki saskin suretinden,
bulundugu konumu haketmeyen ifadeyi derhal yakalayabilirsiniz.
O gozumuzde ilahlastirdigimiz, daha nerelerine reklam
alabilirize indirgenmis Abdurrahman Celebiler sponsorlarinin direktifiyle
oynarlar; ‘acaba topa vursam sacim bozulur mu?’, ‘soyle bir hareket yapsam tv
de guzel gorunur muyum?’
Futbolcu bozuntulari, aldiklari milyonlarca dolarin yanina
bir de sponsor gelirlerini ekleyip kose ustune kose donerken, ‘futbolsever’ adi
verilen saskin, siradan bir maci izleyebilmek icin sifreli kanaldan yayin yapan
barlarin, kahvelerin yolunu tutar. Futbol ruhuna el Fatiha..
Yeni stadyumlar bir degisimin simgesi durumundalar. Kulupler yuksek maliyetli yeni stadyumlar yapmaya basladi ve bunlari birer isletme, alışveris ya da is merkezi haline getirdiler.
Insanlar bircok maca ekonomik durumu yuzunden gidemiyor.
Bu sebepten ‘stadyuma giden taraftar, gidemeyen taraftar degildir’
muamalesi goruyor. Halbuki ayni insanlar tribunlerle tanismadan once de bir
takimin taraftariydi, mahalle aralarinda oynarken de.
Ornegin, stadlarin ‘maraton’ tabir edilen kismi, yakin
tarihte dusuk gelirli isci ve ogrencilerin cogunlukta oldugu bir yerdi ve
doksan dakika susmazdi. Bu insanlar sabahin yedisinde stadyum onunde maca
girebilmek icin dikilen insanlardi.
Yeni stadyumlar; localari, pahali biletleriyle bir
farklilasmayi da beraberinde getirdi. Bugun stadyumlar ne yazik ki halkin
stadyumlari degil, takimlarsa, artık localarin takimidir!
Ve..tribunler anonscuya muhtac duruma geldi...
Takimin bir parcasi olan taraftar yok olmaya basladi
hizla. Birer musteriye, sirf takimini seviyor diye tuketmek zorunda kalan bir
guruha donustuler. ‘Biz su kadar forma sattik, rakibimiz bu kadar satti’ gazi
ile; kim gonul verdigi takimin urunlerinden ne kadar cok satin alirsa, o kadar
cok taraftardir gibi tuhaf bir anlayis peydahlandi. Bugun taraftarligin olcusu
satin alinan formalar ve urunlerdir.
Stad isimlerine, hatta futbol takimlarinin isimleri
onune/ardina konulan eklere bakin;
SANICA
BORU ELAZIGSPOR
MEDICAL
PARK ANTALYASPOR
TORKU
KONYASPOR
CAYKUR
RIZESPOR
‘Normaldir, olmasi gereken budur’ diyorsaniz; yakin
gelecekte boyunu asan transfer odemeleri yapan bu anli sanli kuluplerimiz,
bogazina kadar girdigi borc batagindan cikamadiginda su tarz tezahuratlar
yapilmasina da alisin o zaman;
Aloo alo alo alooo Sampiyooonn Vodafooonn..
Ya da; Re re re pi pi si…Molfiks Molfiks Hep kuru..
Cem Antebelli
8.10.13
“Uncertainty is the essence of love.” “Belirsizlik aşkın özüdür.”
Yapım itibari ile sevmem kararsızlıkları... Kanımca, iyi yada kötü, verilmiş bir karar her türlü kararsızlıktan iyidir. Herşeyden birşekilde zevk almasını da bildiğime göre, öyle yada böyle verdiğim karara inanıp devam ettiğim takdirde, o yolda mutluluğu yakalayabileceğime de hep inandım. Genelde, verdiğim kararları geri dönüp sorgulamamda. Çelişkide kaldıklarım ise başkalarından etkilenerek aldığım kararlardır, bir şekilde hazır olmadan verilen kararlardır bunlar. Ancak, iç sesimi dinleyip o karara varmışsam, ona olan güvenimle kendimi teslim ederim hayata. Bilirim ki benim için en doğrusudur bu. Sonunda alınması gereken bir ders varsa da, yaşanması gerekiyordur, sorgulamam bile.
Son zamanlarda, ilginç bir dönemdeyim, dünyadaki ve ülkemdeki değişimlere ayak
uydururcasına hayatımda da herşey değişmekte. Şaka değil, ev ve arabadan tutun
da hayatımdaki herşey değişimde. Temizleniyorum, bir nevi yenileniyorum...
Atmak istiyorum herşeyi, küçülmek istiyorum hayatta. Bana ait
olmayan eşyalardan, insanlardan, yüklerden ve düsüncelerden arınıyorum bir
şekilde. Hafiflemiş hissediyorum.
Kendimi tamamı ile akışa bıraktım, teslim oldum hayatın sunmakta olduğu
her şeye. Biliyor ve inanıyorum ki, hayatımdan bu dönemde çıkacak hersey
hayırlısı ile çıkıyor. Hayatın sunduğu herşeye “evet” diyorum bu günlerde, ve
dedikçe de yepyeni kapılar açılıyor önümde.
Ve işte bu dönemde... bende değişmekteyim hızla. Düşüncelerim, inançlarım değişmekte. İlişki kavramini, dostluğu, aşkı bile yeniden tanımladığım dönemdeyim... Her kelimeye farklı bakmaya başladım, baktıkça şekil değiştirmeye başladılar ve yeni anlamları ile daha çok sevdim bu terimleri:)
Bu esnada kararsızlık terimi de
şekil değiştirdi. Ruhumu sıkan ve mümkün olduğu kadar kısa zamanda çözmeye
çalıştığım bu terim, “belirsizlik” olarak yeniden hayat buldu içimde ve heyecan
vermeye başladı bana. Bir şeyi on kere söylersen gerçek olurmuş... Sanırım
duyarsan da ruhun direnemiyor... Hayata geçiriyor onu. Yine bu dönemde hayatıma
girmiş ve uyanışımda yanımda olan yol arkadaşlarımdan birinin zaman zaman
söylediği bir cümle hayat buldu benliğimde. “Uncertainty is the essence of
love.” “Belirsizlik aşkın özüdür.” Bazen
bilmemek, emin olamamak iyi birşeydir. Bu, kararsızlık kadar negatif bir anlam
taşımaz, sadece zamana bırakmayı, çok daha büyük bir sisteme inanmayı, teslim
olmayı içerir içinde.
Belirsizliktir aslında değer
verdiklerimize daha sıkı sarılmamızı sağlayan, yarının bilinmezsizliğidir
içimizdeki heyecanı ayakta tutan. Aşk’ın özüdür bu belirsizlik. Eğer aşk ile
hareket ediyorsak, kendimizi akışa bırakmışızdır. Yarın değildir mühim olan,
yaşanan paylaşılan an’dır. Nefes aldığın andır. Ve yarını bilmiyor olmak,
soruların cevabını bilmiyor olmak da heyecan vericidir. Bir sonraki günün
bilinmezliği ümit vericidir çünkü. Her gün, yeni bir gündür.

Aşk hayatın kendisidir, attığın
her adımda, sözlerinde, özünde aşk olunca anlam bulur hayat. Tutku ile yaptığım
herşey gibi yoga ve koşu benim için
aşk’ı temsil etmekte. Yapmakta olduğun spor, kendinle yaşadığın aşktır. Vücudunun
yapısını, sınırlarını ve büyüleyici bir organizma olduğu bilincini öğretmesinin
yanı sıra, ayna tutmaktadır sana. Aynada gördüğün kendi özündür, gerçektir ve olduğu
gibi çok güzeldir. Ve bu yolda ilerlemeye karar verdiysen eğer an’a getirir
seni... an’da yaşadıkların öylesine dolu ve gerçektir ki, bilinmezlik bir ümit
gibidir yarın için. Bugüne daha da sıkı sarılmanı sağlar, yaşadığın hisleri
daha yoğun, daha gerçek kılar. Herşey algıdır bu hayatta. Bakış açını
değiştirdiğin esnada sana ne güzellikler taşıdığını sunmak için beklemektedir
hayat... Yaptığın sporda keyif almanı sağlayan, koymuş olduğun hedefe doğru yol
alırken yaşadığın belirsizliktir aslında. Hedeflerine ulaşma heyecanı, elinden
gelenin en iyisini yaptığının inancı ile birleştiğinde belirsizliktir yolculuğu
keyifli kılan. Meraktır bizi ayakta tutan, bilinmezliğin verdiği heyecandır
yarına daha sıkı sarılmamızı sağlayan.
Eda YOLCU
3.10.13
KELEBEĞİN ÖMRÜ 1 GÜN SÜRERMİŞ…

Kelebeğin ömrü bir gün sürermiş.
Bu yaşayacağı bir gün için, varlığıyla dünyaya katacağı enerji için tırtıl larvası halinden kelebeğe dönüşünceye kadar - bence hayata yeniden doğuncaya kadar- bir hazırlık süreci yaşar. Hayata doğuşa hazırlanırken uzun kuluçka evrelerinden geçer ve bir gün artık zamanının geldiğini anlayarak tırtıl larvasından Krizalit evresine geçer. Asılıp sarkacağı bir koza örer. İçten bir değişim geçirmektedir. Buradaki zamanı tamamlanınca da üzerini saran kozadan çıkar, dünyaya doğar. Ama hemen uçamaz, kanatlarının kuruyup yayılması, güçlenmesi için yine sabırla bekler, kanatlarını öne arkaya hareket ettirerek uçuşa hazır olup olmadığını kontrol eder.
Kelebek oluncaya kadar geçirdiği her evre yeni bir doğumdur. Her evredeki sabırlı bekleyiş bir günlük hayatına doğuş içindir. O an geldiğinde hayat dansına başlar. Anını yaşar. Doyasıya, endişesiz…
Koşucunun antrenman süreci de böyledir. Mesafenin uzunluğu ne olursa olsun bir hazırlık süreci yaşar. Kar, yağmur, soğuk, karanlık demeden, uzun, kısa mesafe demeden çekilen fiziksel ve zihinsel sıkıntılar…ve yarış günü, Koşucunun doğduğu gün, Hayatın keyfini çıkaracağı gün, yarış günü…
Keyfin içinde yeni zorluklar, zorlukların içinde yeni keyifler, keşfedişler.
Yarışma heyecanı, hele yanında dostların, arkadaşların varsa, bir arada olmanın getirdiği mutluluk, sinerji, düzeyli rakip ilişkisi…
Startla başlayan yeniden kendinle baş başa kalma, yalnızlık ve birliktelik, hedefe ulaşma heyecanı, bildik acılarla yeniden buluşma ve baş etme zamanı…
Kelebeğin kozasından çıkışı nasıl başlı başına bir hayat hikayesi ise koşucunun yarış süreci de kendi başına bir hayattır.
Koşmak, umuttur;
Hayaldir, sevgilidir;
Acıdır, gerçektir;
Koşmak; olamadıkların ve olduklarındır.
Tüm enerjinle başlar, tüm enerjinle tükenirsin.
Tükendiğinde yeniden başlayacağını ve daha zorunu başarabileceğini hissedersin, hatta bilirsin.
Fazla beklemez ilk adımı zihninde atarsın, ikinci adım fiziksel olarak çoktan gelmiştir.
Devinim başlamıştır.
Kelebeğin kozası oluşmaya başlamıştır.
Hedefin oku belirmiştir.
Yeniden doğuş başlamıştır.
Uykudan uyanmak her güne yeniden doğmaktır.
Yarışı bitirmek, bir sonrakine başlamaktır.
Her şeye yine yeniden başlamak…
Koşmak; başlamaktır.
Koşmak; bitirmektir.
Koşmak; hayattır.
Hayatınızı doyasıya yaşayın.
Hayatınızı kelebek gibi yaşayın.
Tek bir güne doğun, tek bir gün için yaşayın.
Her günü benzersiz doyasıya yaşayın.
Yaşayalım.
Biz.
Şanslıyız.
Aylin TURNAOĞLU
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)