
Gerçekten uzun bir ara oldu, klavyenin tuşları üzerinde gezinmeyeli, sevgili Onur Çam ne zaman bir mesaj atsa acaba yazımı mı soracak diye hep korkarak bekledim ama açıkçası yazmak istemedim. Tam yazmayaya karar verdim - son koştuğum Chicago Maratonu ile ilgili gözlemlerimi anlatacaktım ki - dostum Berry Nae öyle bir Berlin yazısı ile geldi ki benim payıma yine susmak düştü. Hafiften kıpraşmaya başlamıştım ve iyi olacak hastanın ayağına doktor gelir misali yeni konuyu kucağımda buldum. Bir kısmınız geçtiğimiz Salı günü Facebook sayfamdan paylaştığım İstanbul Maratonu ile ilgili yazımı okudunuz aslında o öncül kıpraşmanın bir işaretiydi şimdi yazacaklarım ise artçıl olacak.
İstanbul maratonuna gelmeden önce izninizle size biraz Chicago Maratonun’dan bahsetmek istiyorum. Chicago Maratonunun hazırlıkları benim için pek de kolay başlamamıştı. Nisan 2013’de Paris Maratonunun 30.km’sinde, hem de çok iyi giderken yaşadığım sakatlığın duygusal travmasını atlatmadan çalışmalara başlamıştım. Bu süreçte eski kadim dostum İbrahim İnal’ın tamamen amatör ruhla ama son derece profesyonel bir anlayışla açtığı Checkmat’de kardeşim Hazar hoca ile yaptığım Crossfit antremanları sakatlığımın geçmesinde ve güçlenmemde bana oldukça faydalı oldu. Team Istrunbul ile yaptığım koşu antremanları, Çelebi biraders ile koştuğum Enka antremanları ile maratona fiziksel olarak hazırdım. Sakatlık, bir sporcu için karabasandan farksız geçse de, bir kere yerleştimi aklınıza, sanki hemen çıkıp gelecekmiş gibi hissettirir, hep ordadır pusuya yatıp bekleyen bir düşman gibidir.
Hele maraton gibi dayanıklılık gerektiren saatlerce süren
sporlarda fiziksel dayanıklılığın yanı sıra mental dayanıklılık sizi böyle
anlarda ayakta tutar. Chicago maratonunu beraber koştuğum yakın dostlarım Seçil
Abalı, Zeki Bilsel, Binatlı Tugay ve bu maratonun bana kazandırdığı yakından
tanıma şansı bulduğum Tevfik Naipoğlu, Nedim Çelebiler, Cem Çelebiler ile koşu
öncesi paylaştığımız keyifli anlar moral olarak beni oldukça yukarı çekmişti.
Chicago koşmak için harika bir şehir en azından benim uyanık olduğum sabah 7 ile akşam 23 arasında sokaklarda koşan insanlar görmek mümkün. Anish Kapoor’un Bean’i şehrin bir sembolü ise sanırım diğeri de sokaklarda, Michigan Gölü kenarında koşan, spor yapan insanlardır. Tabiiki şehir bu kadar spor ve sanat dostu olunca şehirdeki insanların da koşuculara olan yaklaşımı da o denli dostça ve sıcak oluyor. Alışveriş yaptığınız mağazalardaki tezgahtarların bile maraton ile ilgili sizinle konuşuyor hatta küçük jestler bile yapıyorlardı. Bütün bunların sonucunda Maraton Expo’sundan itibaren size sarmalayan pozitif hava ile başlama noktasında yerlerimizi aldık. Maraton antremanlarını Team Istrunbul ile kalabalık yapmayı sevmekle beraber maratonları yanlız koşmayı seviyorum. Kulağımda bir kısımını arkadaşlarımdan aldığım kendi ellerimle özel hazırladığım tempolu koşu müziklerim (tabiiki Duft Punk’ın da yer aldığı), ile tek başıma önce kalabalığın sonrada şehrin içine dalmayı çok seviyorum. Burada önemli bir ayrıntıdan daha doğrusu insanlardan bashetmek istiyorum ; Pınar Bilsel, Deniz Bilsel , Güliz ve Erkin Aydın’dan. Maratonun başında Güliz ve Erkin’in ortalarında ise Pınar ve Deniz’in üzerinde kızımın adının yazılı olduğu “Lal’s Father” (Lal’in Babası) pankartı ile bana verdikleri morali inanın dünyada verebilecek vitamin, enerji jeli ya da benzeri hiçbirşey yoktur. Buna bir de 42.2km boyunca hiç tanımadığın kadın, erkek ve çocuğun (bazıları henüz ayakta bile duramaycak kadar küçük) yanlarından geçerken ellerini uzatıp “hadi,durma yapabilirsin” demeleri bir başka önemli motivasyon faktörüdür. Çünkü maraton aslında bir festivaldir, halkın katıldığı, bir şehrin spora karşı duruşunu gösteren önemli bir festivaldir. Maratonlar ayrıca önemli bir dayanışma ve sosyal sorumluluk organizasyonudur.
Herkes bir şey için koşar, kimisi kanser için, kimisi ölen babası yada eşi için, bazısı hasta yakını için, kanser araştırması yapan vakıflar için koşar özetle maratoncu duygusal yada hayır amaçlı maddi bir fayda yaratmak için koşar. Emin olun hiç birşey için koşmuyorum diyen insan bile o sırada orada sizi seyreden, alkışlayan insanlardan birisinin spora başlama ilhamı olmuş olabilir. Paris maratonunda sakatlandığım sırada yanımdan geçen bir koşucunun beni sırtımda ittirerek yarışta tutmaya çalışmasını hangi sporda görebilirsiniz? Acıdan iki büklüm olduğunda kenarda yüzüme bakan güzel Fransız oğlan çocuğunun hadi kalk durma demeye getirdiği bakışlarını nasıl açıklarsınız ? Maraton dostluktur , maraton kardeşliktir, maraton şenliktir. Peki Avrasya ya da Istanbul Maratonu nedir? Berlin, Paris, Chicago (tam) ve Londra’da (yarım) maraton koştuktan sonra amacım 2014 senesinde Mart ayında koşacağım Barcelona sonrası Istanbul’da maraton koşmaktı. Bu sene eşiminde koşmak istemesi sebebi ile Avrasya’da diğer yıllarda koştuğum 15km yerine 10 km koşacaktım. Önce organizasyonun adının 2 ay kala Avrasya’dan, Istanbul Maratonu olarak değişmesi ile tartışmalar başladı. Ardından köprüden geçiş sırasında yaşanan titreşimin yaratabileceği tehlikeler ile kamuoyu bulanmaya devam etti. işin en ilginci organizasyona iki gün kala koşunun nereden başlayacağı ile ilgili insanların kafasında soru işaretleri vardı. Herkes birbirine bunu soruyordu hatta kardeşim Egemen Eden, yarışın ana sponsoru olan telekomünikasyon firmasındaki ilgili ekibe konu ile ilgili mail bile attı. Bütün yaşanan tartışmalara, yanlış bilgilendirmelere karşın Istanbul Maratonu herzaman başladığı yerde yapılmak üzere organize edildi. Başlangıç alanına geldiğimde hersene gördüğümden daha da içler acısı bir manzara bizi bekliyordu. Başlangıç alanında ; elinde sigarası ile gezinen sivil ve spor giyimli sayıları hiç de azımsanmayacak insanlar, seyyar satıcılar (simitçi, Sucu vb) vardı.
Chicago koşmak için harika bir şehir en azından benim uyanık olduğum sabah 7 ile akşam 23 arasında sokaklarda koşan insanlar görmek mümkün. Anish Kapoor’un Bean’i şehrin bir sembolü ise sanırım diğeri de sokaklarda, Michigan Gölü kenarında koşan, spor yapan insanlardır. Tabiiki şehir bu kadar spor ve sanat dostu olunca şehirdeki insanların da koşuculara olan yaklaşımı da o denli dostça ve sıcak oluyor. Alışveriş yaptığınız mağazalardaki tezgahtarların bile maraton ile ilgili sizinle konuşuyor hatta küçük jestler bile yapıyorlardı. Bütün bunların sonucunda Maraton Expo’sundan itibaren size sarmalayan pozitif hava ile başlama noktasında yerlerimizi aldık. Maraton antremanlarını Team Istrunbul ile kalabalık yapmayı sevmekle beraber maratonları yanlız koşmayı seviyorum. Kulağımda bir kısımını arkadaşlarımdan aldığım kendi ellerimle özel hazırladığım tempolu koşu müziklerim (tabiiki Duft Punk’ın da yer aldığı), ile tek başıma önce kalabalığın sonrada şehrin içine dalmayı çok seviyorum. Burada önemli bir ayrıntıdan daha doğrusu insanlardan bashetmek istiyorum ; Pınar Bilsel, Deniz Bilsel , Güliz ve Erkin Aydın’dan. Maratonun başında Güliz ve Erkin’in ortalarında ise Pınar ve Deniz’in üzerinde kızımın adının yazılı olduğu “Lal’s Father” (Lal’in Babası) pankartı ile bana verdikleri morali inanın dünyada verebilecek vitamin, enerji jeli ya da benzeri hiçbirşey yoktur. Buna bir de 42.2km boyunca hiç tanımadığın kadın, erkek ve çocuğun (bazıları henüz ayakta bile duramaycak kadar küçük) yanlarından geçerken ellerini uzatıp “hadi,durma yapabilirsin” demeleri bir başka önemli motivasyon faktörüdür. Çünkü maraton aslında bir festivaldir, halkın katıldığı, bir şehrin spora karşı duruşunu gösteren önemli bir festivaldir. Maratonlar ayrıca önemli bir dayanışma ve sosyal sorumluluk organizasyonudur.
Herkes bir şey için koşar, kimisi kanser için, kimisi ölen babası yada eşi için, bazısı hasta yakını için, kanser araştırması yapan vakıflar için koşar özetle maratoncu duygusal yada hayır amaçlı maddi bir fayda yaratmak için koşar. Emin olun hiç birşey için koşmuyorum diyen insan bile o sırada orada sizi seyreden, alkışlayan insanlardan birisinin spora başlama ilhamı olmuş olabilir. Paris maratonunda sakatlandığım sırada yanımdan geçen bir koşucunun beni sırtımda ittirerek yarışta tutmaya çalışmasını hangi sporda görebilirsiniz? Acıdan iki büklüm olduğunda kenarda yüzüme bakan güzel Fransız oğlan çocuğunun hadi kalk durma demeye getirdiği bakışlarını nasıl açıklarsınız ? Maraton dostluktur , maraton kardeşliktir, maraton şenliktir. Peki Avrasya ya da Istanbul Maratonu nedir? Berlin, Paris, Chicago (tam) ve Londra’da (yarım) maraton koştuktan sonra amacım 2014 senesinde Mart ayında koşacağım Barcelona sonrası Istanbul’da maraton koşmaktı. Bu sene eşiminde koşmak istemesi sebebi ile Avrasya’da diğer yıllarda koştuğum 15km yerine 10 km koşacaktım. Önce organizasyonun adının 2 ay kala Avrasya’dan, Istanbul Maratonu olarak değişmesi ile tartışmalar başladı. Ardından köprüden geçiş sırasında yaşanan titreşimin yaratabileceği tehlikeler ile kamuoyu bulanmaya devam etti. işin en ilginci organizasyona iki gün kala koşunun nereden başlayacağı ile ilgili insanların kafasında soru işaretleri vardı. Herkes birbirine bunu soruyordu hatta kardeşim Egemen Eden, yarışın ana sponsoru olan telekomünikasyon firmasındaki ilgili ekibe konu ile ilgili mail bile attı. Bütün yaşanan tartışmalara, yanlış bilgilendirmelere karşın Istanbul Maratonu herzaman başladığı yerde yapılmak üzere organize edildi. Başlangıç alanına geldiğimde hersene gördüğümden daha da içler acısı bir manzara bizi bekliyordu. Başlangıç alanında ; elinde sigarası ile gezinen sivil ve spor giyimli sayıları hiç de azımsanmayacak insanlar, seyyar satıcılar (simitçi, Sucu vb) vardı.
Bir içecek firmasının yarış öncesi jest amaçlı dağıttığı
enerji içeceklerini kolileri ile kapan seyyar satıcıların sevinci görülmeye
değerdi. Ben maratonlar festivaldir demiştim ama biz bunu benim güzel şehrimde
en azından başlangıç noktası itibari ile bir panayıra döndürmeyi başarmıştık.
Koşunun başlaması ile oluışan manzarayı sanırım şu şekilde özetleyebilirim ;
parkur üzerinde kol kola, el ele yürüyenler, yere oturarak ya da farkı çeşitli
şekillerde fotograf çektirenler, karşı yönden elinde sigara ile yürüyen
insanlar sanırım koşunun ilk kilometlerini hayal etmenize yardımcı olacaktır.
Chicaga, Berlin vb örneklerde anlattığımın aksine yolda gördüğümüz tek tük
alkışlayan çoğunluğu turistlerin oluşturduğu bir parkurda koştuk. Yol kenarında
bekleyen vatandaşlar geçmenize aldırmadan karşıdan karşıya geçiyor ve size ona
yol vermediğiniz için adeta dövercesine bakıyordu.
Bu kadar olumsuzluk içerisinde Don Kişot misali şehrin
maratonuna sahip çıkması gerektiğine dikkati çekmek isteyen dostum, abim Zeki Bilsel’e ayrı pragraf açmak istiyorum. Chicago Maratonun hemen
ardından Zeki, Avrasya maratonunda da benzer bir organizasyon olması
gerektiğini ve birey olarak bunun için uğraşacağını söyledi ve ilk iş olarakr
“Avrasya Maratonu Gönüllüsüyüm” adı altında bir Facebook grubu
Yetmedi koşu günü Seçil Abalı, Seda Lafçı ve Gina Penso ile beraber 5kg portakalı ve 5 kg muzu, Gümüşsuyundan, Kabataş’a kadar ellerinde taşıyarak, koşu güzergahı üzerinde Kahve Dünya’sından aldıkları tabureler üzerinde koşuculara verdiler. Organizasyon ile ilgili koşu boyunca duyduğum rahatsızlığın bir anda mutluluğa dönüştüğü tek an; Seda’yı ve diğer dostlarımı üzerinde kızım Lal’in adının yazdığı pankartla düdükler çalarken görmekti. Koşunun bitiş noktasının, başlangıç noktasından çok daha iyi durumda olmadığını sanırım anlatmama gerek yoktur. Benim için 10 km önemli bir mesafe değil ama o mesafeyi ilk defa koşan, bu mesafeler ile yeni tanışan insanlar için alacakları ilk madalya, içecekleri bir yudum su nekadar önemlidir bilemezsiniz. Fakat bizim organizasyonumuzda bırakın madalya almayı su almak bile ayrı bir mücadele gerektiriyordu. Özetle ; Daha önce de söylediğim üzere bir kez daha tekrarlayacağım ; organizasyona ciddi bir çeki düzen verilmediği sürece maraton dahil olmak üzere Istanbul Maratonu’nda hiç bir mesafeyi koşmak istemiyorum… Kurumlar, vatandaşlar, esnaflar kısacası şehrin tüm paydaşları maraton haftası evlerine, kapılarına, arabalarına, Istanbul Maratonu’nu destekliyorum yazmadığı sürece bu maratonu koşmak istemiyorum… Halkı yüz binler halinde köprüden yürütmek yerine herkesin çocukları ile eğlendiği canlı müzk performansları ile maratonun bir karnavala dönüştüğü ana kadar bu maratonu koşmak istemiyorum. (Bu arada Sain Benoit Lisesi önündeki vurmalı çalgı ekibine çok ama çok teşekkürler harikaydınız ) Şehrimin spor ile hiç bir alakası olmayan yöneticileri, başka maratonları gerçekten inceleyip anlamak yerine, turistik seyahatler yapıp, o şehirlerin yöneticileri ile aynı fotoğraf karesine girmeyi kişisel reklamları olarak gördüğü sürece bu maratonu koşmak istemiyorum…
Sonuçta koşmak için maratonlar bahane yanlız ya da arkadaşlarınız ile koşabildiğiniz sürece koşmanın zevkini çıkarın ve bir gün bizimde şehirimizde güzel bir maraton koşulacağının hayalini içinizden çıkarmayın !! Şairin dediği gibi ben Istanbul Maratonu’nun koşulması en keyifli uluslararası maratonlardan biri olma ihtimali sevdim …
Serhat YILDIRIM